25 Aralık 2008 Perşembe

Hikayeler

Munzur Hikayesi

Derler ki, çok eskilerde bugünkü Tunceli ili Ovacık ilçesine bağlı Koyungölü Köyü civarında yaşayan bir ağanın işlerini yapan Munzur adında bir yanaşması varmış.

Hızmette hiç kusur etmez çok becerikli ve başarılıymış. Ağanın bir dediğini ikiletmez, çobanlıkta tutda tarla tapan işlerine koşar, çift sürdüğü öküzlerin, iş gördüğü atların bakımını, beslemesini hiç aksatmaz, işine toz kondurtmazmış. Bağlılıkta, doğrulukta eşi bulunmaz, hiç bir canlıyı incitmez, hızmetinde kusur etmezmiş İş gördüğü atların, sabana koştuğu öküzlerin, Sütünü sağdığı koyunların otunu, yemini, suyunu vermeyi unutmaz en iyi bakımı uygularmış; Hayvanları hiç incitmez kışın ahırda rahat etsinler diye altlarına yumuşak samanlar serer, tımarlarını tamamlar, yere yattıklarında yanlarını acıtıp acıtmadığını denetler önce kendisi yatar bakarmış. Onları gözü gibi korurmuş� Bu tutumundan ötürü ağası da kendisinden çok hoşnutmuş.


O yıl yağışlar bol olmuş, toprak verime kavuşmuş, tarlalar tahıla durmuş. Harman zamanı ambar buğdayla dolmuş, Bahçeler, bostanlar meyveye durmuş. Koyunlar çift çift kuzulamış. Bu verim ve bolluk ağanın yüzünü güldürmüş. Sonuçta Munzur´un ağası hacca gitmeye karar vermiş. Yola çıkmadan önce de Munzur´u çağırtmış: Bak oğul, yaşım erişti. Allah da verdi vereceğini. Hacca gitmek kaçınılmaz oldu artık. Evi barkı, malı mülkü, çoluk çocuğu sana emanet edip gideceğim. Sana güvenim tam, gözümü arkada bırakma, hızmetinde kusur etme. Beni mahçup etme, diyerek hanımına gidip helallık dilemiş Hatun ayrılık bir çeşit ölüm, gidip dönmemek de var. Hakkını helal et. Munzur´un kadir kıymetini bilesiniz, üzmeyesiniz, herkesten hellalık diliyerek Allaha emanet olun deyip yola düşmüş.


O zamanlar hızlı taşıtlar yokmuş, hac yolculuğu aylar sürermiş. Derken ilden ile geçip varmış kutsal topraklara. Aradan günler geçmiş, ağa hacda iken, ağanın hanımı Munzur´u çağırıp bak oğul taze helva pişirdim, kulakları çınlasın ağan bu helvayı çok severdi, onu hatırladım ve onun için yaptım, senin payını da ayırdım diyerek sahana helva doldurup Munzur´a verirken derinden bir iç çekmiş ve ah ah ah keşke şimdi ağan da burda olaydı, demiş. Bu erinmeye dayanamayan iyi kalpli Munzur: Hatun Ana, siz o helvadan ağamın payını sahana koyun. Varıp vereyim, demiş. Hatun Ana öneriyi Munzur´un saflığına saymış: Canı çekmiştir, verdiğim helva az geldi herhal. İstemeye yüzü tutmayınca da bu yolu seçti. ´Vermesem gönüllenir´ düşüncesiyle kalan helvayı sahana koyarak eline tutuşturmuş. Madem istiyorsun al götür´ demiş. Munzur kabı kaptığı gibi gözden yitivermiş. Helvanın daha dumanı üstündeyken dua etmekte olan ağasına yetiştirmiş. Helva kabını yanına koyup rahatsız etmeden tekrar gözden kaybolmuş. Ağa Munzur´u görmüş ama dönüp bakıncaya dek Munzur gözden yitivermiş. Şaşkınlık içinde kalan ağa bunu düş sanmış. Ne varki helva kabı yanıbaşında duruyormuş. Kabı açıp bakmış sevdiği helvanın dumanı tütmekteymiş. Munzura içinden derin saygı beslemiş. Gördüklerini dönüşte herkese anlatacağına dair içinden söz vermiş�

Ağa bunları düşünürken, Munzur helvayı ağasına ulştırdıktan sonra dönüp ağasının kapısını çalmış bile. Ağanın hanımı karşısında Munzuru görünce: Ne var ne oldu Munzur? Hayırdır? Dediğinde, Munzur, Hayırlı oldu hatun ana helvayı ağama ulaştırdım. Dua ediyordu bırakıp döndüm, demiş. Hatun ana inanmamış. Söylenenleri Munzur´un saflığına sayarak İyi etmişsin Munzur ellerine sağlık demiş. Bu olayı yakınlarına da anlatmış. Ağa daha hacdan dönmeden bu öykü etrafta duyulup yayılmış. Vakit geçmiş, zaman erişmiş. Ağanın hac vazifesini tamamlayıp köyüne doğru yola çıktığının haberi gelir. Komşuları herkes elinde bir hediye ile hacıyı karşılamaya giderler. Munzur da, götürecek başka hediyesi olmadığından, bir çanağın içerisine koyunlarından bir miktar süt sağar ve bununla ağasını karşılamaya gider. Ağayı karşılayanlar, ellerine sarılmak için adeta yarışıyormuşlar. Ağa bu sırada en arkadaki Munzur'u görünce el öpenlere Munzur u göstererek yanındakilere, -Asıl hacı Munzur'dur. Öpülecek el varsa Munzur'un elidir.Munzur ermiş biri, Önun elini öpün, önce ben öpeceğim der. Munzur bu konuşmaları duyduğunda: - Aman ağam etme eyleme Allah aşkına bırak elini öpeyim. Böyle bir şey olmaz. Ben yıllarca senin ekmeğinle, aşınla büyüdüm. Sen nasıl benim elimi öpersin. Ben ne sana, ne de başkalarına elimi öptürmem. der Bakın bu sahanı görüyorsunuz, bu sahanla bana helva getiren Munzur dur, ermiş kişidir demiş. Ağanın hanımı bu konuyu daha önce köy içinde yaydığından durumu hemen kavramışlar.


Gerçeği ağadan öğrenince de kalabalık Munzur'a yönelir. Munzur gizinin açıklanmasını istemediğinden dönerek elindeki süt tasıyla dağa doğru kaçmaya başlamış. Munzur önde, ağa ve yanındakiler arkasında bir kovalamaca başlamış. Şimdiki Munzur ırmağının ilk yerine geldikleri zaman Munzur'un elindeki süt dolu çanak dökülmüş ve sütün döküldüğü yerde, süt gibi beyazı bir su fışkırmış. Bundan sonra Munzur kırk adım daha atmış. Attığı her adımda bir kaynak fışkırmış. Ve fışkıran bu sulardan bir ırmak meydana gelmiş. Munzur'un arkasından koşanlar bu ırmağın kenarına gelip karşıya geçmeye Munzura yetişmeye çalışmışlar ama öte yakaya geçememişler. Munzur Allahım sırrımı ifşa etme, ellerini gökyüzüne kaldırarak beni yanına al demiş. Sonunda dağın eteğinde bir kayanın önüne gelmiş. Elindeki değnekle tası yere atıp Irmak kenarında bekleyenlerin gözleri önünde kaybolup gitmiş. Ardında sadece çoban değneği ve boş süt tası kalmış ``Emekçi ve erdemli çoban Munzurun sevgisi gönüllere akarak, dillerde ululanmış, varmış günümüze ve dünya döndükçe de var olup yaşayacaktır Munzur.


Enel Hak
Abdullah bin Tahir Azdi bir gün Bağdat pazarında bir Yahudi satıcıya kızıp bağırmış:

- Köpek!..

Hallacı Mansur oradaymış, Tahir Azdi'yi uyarmış:

- İçindeki köpeğin havlamasına izin verme, sustur onu...

Azdi hemen toparlanıp Yahudi satıcıdan özür dilemiş...

Hallaç:

''- İnsanlar dinlerini kendileri seçmezler'' dermiş, ''Musevilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık, üçü de hak dinidir; amaçları aynıdır, sadece adları farklıdır...''

Hallaç'tan bin yıl sonra bugün, dinlerin hali pür melâline ne denir?..

Hallaç İsa 'dan sonra 856'da Basra'ya yakın Tûr yöresinde doğdu. Yaşamı bir efsanedir.

Doğduğu kentte bir gün arkadaşıyla birlikte sokakta yürürken balkondan yere yansıyan bir gölgeye takılır Hallaç, başını kaldırınca güzel bir kadınla göz göze gelirler; bakışları ile günaha girerler; Mansur'un içi titrer...

Arkadaşına der ki:

- Göreceksin, beni büyük felaketler bekliyor, bu kaçamak günahın sonucunu bekle!..

Çoğu bilgeye göre Hallacı Mansur evrensel aklın dile gelişidir; 'Enel Hak' dediği için Bağdat'ta yargılanıp çarmıha gerilmiş, bin kez kırbaçlanmış, el ve ayakları kesilmiş, yakılmış, külleri Dicle Nehri'ne atılmış, bu 'hakikat' âşığı efsanelere karışmış...

Hallaç'tan sonra da 'Enel Hak' diyenler var...

Kimi yüzeysel bakış bunu ''Ben Allah'ım'' savıyla açıklıyor; oysa sözün anlamı bu kadar sığ değildir; eski deyişle 'kâinatın hakikatindeki vahdeti' , dile getirir; Yunus Emre, Ahmed Yesevi, Hacı Bektaş Veli, Taptuk Emre, Sarı Saltuk vb. bu felsefenin derinliğinde benliklerini bulmuşlardır; nedenlerin nedenine erişmek tutkusu insanı insanlaştıran bir itici güçtür.

Hallaç'ın Bağdat'ta yargılanması sekiz yıl sürdü...

Konu neydi?..

Yaratan - yaratılan, buyuran - buyurulan ikilemini ortadan kaldıran yaklaşımın küfür sayılması doğaldı; 'Enel Hak' ta vurgulanan fikir egemenlerin işine gelmiyordu.

Halife Muktedir 'in iktidarında 'Enel Hak' dediği için çarmıha gerilen Hallacı Mansur'un davası bugün de sürüyor; ama, çağımızda din ya da mezhep kavgası gibi görünen her çatışmanın altında yatan ekonomik nedenleri insanlar artık görmeye başladılar...

Bugün Türkiye'de Müslümanlığı kullanarak iktidar koltuğuna oturanların din ile imanla ilişkileri yoktur; bu politika İslama en büyük saygısızlığı yapısında saklıyor...

Ortadoğu'yu kan ve ateşe boğan savaş da ne dinlerin ne uygarlıkların çatışmasıdır...

Günümüzde tezgâhlanan işin gerçeğini öğrenmek için 'Emperyalizm nedir?' sorusunu yanıtlamak gerek...

İlhan Selçuk (Cumhuriyet, 17.08.2005)Enel Hak kavramını ilk olarak Hallacı Mansur kullanmıştır ve bu kavramı sık sık tekrarladığı için çok ağır işkenceler altında katledilmiştir.

Enel Hak kavramı Arapça olup kelime manasıyla “ben Hakkım, hakikatım, gerçeğim” anlamına geliyor. Enel Hak; Hakla Hak olmak, insanin kendisini aşması ve Hakka yakınlaşması, Hakkla bütünleşmesidir. Bu manada inancı bir şekiller, biçimler, dogmalar bütünü olarak algılayanlar Enel Hak kavramını da farklı algılamış ve yorumlamışlardır. Hallacı Mansur ve daha sonraları Seyyid Nesimi'nin şahsında dile getirilen bu anlayışın yeteri kadar anlaşılmadığı ve taşıdığı felsefi derinliğin -biçimsel boyutuyla da olsa- onu sahiplenenler tarafından dahi doğru bir şekilde alglanmadığını görüyoruz. Hallacı Mansur ve Seyyid Nesimi'yi katledenlerin Enel Hak'kı anlamamalarını ve düşmanlıklarının sebebi bir noktada anlaşılır bir durumdur. Ancak Hallacı Mansur'u sahipleniyor görünenlerinde Enel Hak'kı yeterince algılamadıklarını görmek kabul edilmemesi gereken bir durumdur. Umulur ki Hallacı Mansur ve Seyyid Nesimi'nin yolunu sürdürüyor iddiasında olanlar Enel Hak'kın bilincine varırlar.Ben Allahım (Enel Hak) denilebilir mi?

Ağacın "inni enellahü",yani "ben allahım" demesi bir insanın bu sözü söylemesinde şaşılacak bir şey bulunmadığının kanıtıdır. Madem ki bütün alem hakkın suretinden ibarettir. O halde her kim ve hangi şey "ben o'yum." dese, yalan söylemiş olmaz. çünkü buradaki (ben) sözcüğü alemin bir parçası olan söylemek mazharını taşıyan şahsa değil, alem suretinin gerçek sahibi bulunan hakka işarettir..."

Şeyh Bedrettin / Varidat